TÜRKLERDE KURBAN GELENEĞİ…

Kurban ibâdeti, hemen her cemiyette ve dinde vardır. Eski Türkler de hem Allah yolunda, hem şeytanın şerrinden korunmak adına, hem de atalarının ruhu için kurban keserlerdi.
4 Eylül 2017 Pazartesi
4.09.2017

Kurban ibâdeti, hemen her cemiyette ve dinde vardır. Eski Türkler de hem Allah oylunda, hem şeytanın şerrinden korunmak için, hem de atalarının ruhu için kurban keserlerdi.

Allah yolunda bir canlıyı kurban etmek semavî olsun olmasın bütün dinlerde vardır. Umumiyetle bir hayvan kurban edilir. Aztekler, Mısırlılar, Fenikeliler, Vikingler gibi insan kurban eden topluluklar da yok değildir. Menelaus, fırtınadan kurtulabilmek için kızı Iphigenia’yı kurban etmişti. Bu hadise, Antik Yunan trajedilerinin en meşhur mevzularındandır. XIII ve XV. asırlarda Peru’da yaşayan Çimular, 4-14 yaş arası çocuklarını kurban ederdi. Yakın zamanda Peru’da buna ait olduğu zannedilen yüzlerce çocuk mezarı bulundu.

Yahudilikte tarladan ilk çıkan mahsul bile kurban edilir. Beyt-i Makdis’in yıkılışıyla, Yahudiler kurban ibadetini de tatil ettiler. İncil’de İsa aleyhisselâmın katıldığı kurban merasimleri anlatılır. Hristiyanlığın sonra aldığı şekilde, kurban ibâdeti İsa aleyhisselâmın şahsında sembolize edilerek kaldırılmıştır. Âdem aleyhisselâmın iki oğlu kurban takdim etmiş; hâlis niyetli olanın kurbanı Allah tarafından kabul görmüş; bu yüzden diğer kardeş bunu öldürmüştü.

Kurban olayım

Kurban olmak büyük bir fedâkârlıktır. Türkçe’de insanın çok sevdiği kimseye en büyük iltifatı “Seni yaratan Allah’a kurban olayım” sözüdür. Şair der ki: “Halk-ı âlem yılda bir kez ıyd için kurban eder, Dem be dem saat be saat ben senin kurbanınım” Kurban, Arapça yakınlık demektir. Sâmi asıllı bir kelime olan bu kelime, Tevrat’ta da geçer. İnsan, kurban keserek rabbine yaklaşmak ister. Arapça’da kurbana duhâ (kuşluk) vaktinde kesildiği için udhiyye, kurban bayramına da ıydü’l-adhâ denir.

Bütün dillerde bu iş için kullanılan kelimeler birbirine yakın manadadır. Sacrifice, takdis etmek, bir şeyi Allah’a sunarak mukaddes kılmak; offering, Allah’a hediye takdim etme manasına gelir. Bu iş için Eski Ahid’de geçen minha, bağış; zebah, mukaddes kan dökme demektir.

İslâmiyetten evvelki devirlerde yaşayan Türkler arasında, hem Allah’a, hem şeytanın şerrinden korunmak için, hem de ataların ruhu için kanlı ve kansız kurban kesme âdeti vardı. Bu ritüel, gün ve gecenin eşit olduğu iki tarihte, bu iş için tahsis edilmiş taşlar veya ağaçların dibinde yapılırdı. Burası, bayram yeri gibi süslenirdi. Eski Türklerde, insan kurbanı âdetinin olmaması, yüksek bir medeniyetin işaretidir. At, koç, koyun, geyik kesilirdi. Bu hayvanlar rastgele seçilmez. Mesela atın beyazı kurban olur. Şeytanın def’i için kesilen kurban mutlaka boynuzlu olur. Kesilen hayvanın kemikleri kırılmaz, gömülür veya torba içinde ağaca asılır. Bir de toprağa kısrak sütü, buğday vs serpilir ki bu da kansız kurbandır.

İki Kurbanlık

İslâm dünyasındaki kurban ibadetinin menşei İbrahim aleyhisselâma kadar uzanıyor. Mukaddes kitaplarda geçen meşhur hikâyedir: Çocuğu olmayan yaşlı İbrahim aleyhisselâm, bir oğlu olursa Allah yolunda kurban edeceğini adıyor. Allah da ona bir oğul veriyor. Sonra da adağını hatırlatıyor. Bu çocuk İsmail aleyhisselâmdır. Çocuk babasına emr olunduğunu yapmasını söylüyor. Şeytan bunu engellemeye uğraşıyor ise de mâni olamıyor. Neticede Rabbi sözünde durduğu için Hazret-i İbrahim’i ve bu işi tevekkülle karşıladığı için Hazret-i İsmail’i mükâfatlandırıyor. Cennetten güzel bir koç gönderiliyor. Hazret-i İbrahim bunu kurban ediyor. Ciğerini közleyip yiyorlar, gerisini fakirlere dağıtıyorlar. Müslümanlar arasında, kurban etinin ilk önce ciğerini közleyip yemek âdeti buradan kalmadır. Aynı hikâye Kitab-ı Mukaddes’de de anlatılır. Ancak kahramanı, İsmail değil, İshak’tır.

Benzer bir hâdise Muhammed aleyhisselâmın babası için yaşanmıştır. Mekke ileri gelenlerinden Abdülmuttalib, büyük dedesi Hazret-i İsmail’in bulduğu, ama zamanla kaybolan suyu şifalı Zemzem kuyusunu ararken, çocukları olmadığı için yaşadığı yalnızlık dolayısıyla kedere düşmüştü. “On tane oğlum olursa birini kurban edeceğim” diye adamıştı. Duası gerçekleşince rüyasında ikaz edildi. O zamanın geleneğine göre oğulları arasında çektiği kura hep Abdullah’a isabet etti. Bir rahip, “Abdullah ile o zamanlar öldürülen bir kimsenin diyeti (maddi tazminatı, kan parası) olan on deve arasında kura çekin. Develere isabet ederse kesin; Abdullah’a çıkarsa develeri onar onar arttırın” tavsiyesinde bulundu.  Yüzüncüde develere isabet etti. Abdülmuttalib develeri kesti. İslâm hukukunda kasıt dışında öldürülen kimse için suçlunun yüz deve diyet ödemesi, bundan kalmadır. İşte bu sebepledir ki Peygamber aleyhisselâm, “Ben iki kurbanlığın oğluyum” buyurarak, babası Abdullah’ı ve büyük dedesi İsmail’i anmıştır.

Süslü kurban

İslâmiyette kurban kesmek için muayyen bir zenginlik aranmakla beraber, vaktiyle Osmanlı cemiyetinde kurban kesmeyen yok gibiydi. Köylük yerlerde herkesin iyi-kötü koyun sürüsü vardı. Bunlardan birini keserdi. Zengin olmayan şehirliler ise, et parasından tasarruf edip, bayramda kurban keser; etini kavurma yapar, sonra sene boyu yerdi.

Eskiden Anadolu’dan İstanbul’a sürüler getirilirdi. Surların dışında konaklanır; kısım kısım sur içine gönderilip satılırdı. Umumiyetle herkes kurbanını kendi keserdi. Kesmesini bilmeyen, kasabını önceden ayarlar; kestikten sonra da hediyesini verirdi. Evlerin bahçeleri müsaitti. Boş arsalar da çoktu. Sokaklarda pis manzaralar teşekkül etmezdi. Kurbanın her yeri muhterem olduğu için, iç azaları ortada bırakılmaz, gömülürdü.

Umumiyetle koyun kesilirdi. Eskiden sığır eti sevilmez, yenmez ve bulunmazdı. Dişi koyun yavrulayıp süt verdiği için, koç tercih edilirdi. Bayramdan birkaç gün önce alınır; bahçede beslenir, kınalanır, süslenir, şehirlerde bayram namazı dönüşü kesilirdi.

Çocuk ve Kurban

Evde çocuk varsa, umumiyetle hayvanla ahbaplık kurardı. Çocuğu başka vaadlerle razı ederler yahud üzmemek için başka hayvan alırlardı. Hayvan kesimine alışması için çocukları da götürürler; kanını alnına sürerler ve bu hayvanın cennette çocuğu karşılayacağını söyleyerek teselli ederlerdi.

Hâli vakti orta olanlar, üçte birini eve ayırıp gerisini konu-komşu, akraba ve fakirlere dağıtırdı. Zengin olup da kurban etinin tamamını dağıtmayanlar kınanırdı. Hayvanın postu tabaklanıp evde kullanılırdı. Hayvanî yağ rağbette olduğu için kuyruk yağı küpe basılır, yemeklere katılırdı. Her evde bıçaklar, satırlar, et tahtaları vardı. Kıyma, evlerde tahta üzerinde hususî bıçaklarla yapılırdı.

Bayramda ev ziyaretlerinde şeker ve tatlı yerine kurban kavurması ikram edilirdi. Eğer nişan ile düğün arasında kurban bayramı var ise, damadın kız evine bir koç göndermesi âdetti. Koç kınalanır, süslenir, boynuzuna da bir altın bağlanırdı.

Sarayda kurban

İstanbul’un Râmi semtinde, sarayın hayvanları ile meşgul olan vazifeliler vardı. Burada beslenen kurbanlık koçlar süslenip tantana ile saraya getirilirdi. Padişahın da hazır bulunduğu bir merasimle kesilirdi. Padişah 40 koç kestirirdi. Saray halkı pencerelerden seyrederdi. Kesildikten sonra hepsi fakirlere dağıtılırdı. Şeyhülislâm, bir imtiyaz olarak padişaha bir koç hediye gönderir; padişah da buna 5 tane hediye koç göndererek mukabele ederdi.