YENİ TREND: GÜÇLÜ İCRÂ veya BAŞKANLIK

Şöyle derler: “İngiltere kralı saltanat sürer, hükümet etmez; Amerikan başkanı hükümet eder, saltanat sürmez.” Başkan, diktatörleri kıskandıran bir iktidarın sahibidir. Ama Amerika’nın gücü ve istikrarı biraz da bu sayededir.
10 Nisan 2017 Pazartesi
10.04.2017

Şöyle derler: “İngiltere kralı saltanat sürer, hükümet etmez; Amerikan başkanı hükümet eder, saltanat sürmez.” Başkan, diktatörleri kıskandıran bir iktidarın sahibidir. Ama Amerika’nın gücü ve istikrarı biraz da bu sayededir.

Birleşik Amerika’yı kuranlar, bir kralın heybeti ile bir başbakanın gücünü tek kişide birleştirmek istediler. Bir başka deyişle, halk tarafından seçilen güçlü bir iktidar arzuladılar. Başkanlık sistemi böylece doğdu. Şöyle derler: “İngiltere kralı saltanat sürer, hükümet etmez; Amerikan başkanı saltanat sürmez, hükümet eder.” Dünyanın en eski ve en kısa anayasalarından biri olan 1787 tarihli ABD anayasası, sistemin ve hürriyetlerin sıkı bir teminatıdır. Anayasanın girişinde, ‘kurucu asker kahramanlar’ değil; bilakis, ‘ABD’yi kuran halk’ vurgulanır.

 

Seçilmiş Krallar

Monarşi, acı tatlı hatıralarıyla tarihin en eski siyasî rejimi. Monarşilerde, hükümdar, sembolik olarak ‘Allah’a karşı mesul’ kabul edilir; aslında kendisini din ve gelenekler tahdid eder. Memleketi hükümdar değil, hükümdarın seçtiği hükümetler/başbakanlar idare eder. Hükümet, halkın değil; ‘majestelerinin hükümeti’dir. Hükümdar dilediği zaman hükümeti azledebilir. Ama hiçbir zaman doğrudan devleti idare etmez.

Aydınlanma çağından itibaren monarşiye karşı bir reaksiyon meydana geldi.  Antik çağda Atina’da tatbik edilen ve halkın ekseriyetinin hâkimiyetini temsil ettiği için demokrasi adı verilen bir ideal hâkim oldu. İngiltere gibi bazı memleketlerde hükümdarlar ister/istemez bu sistemi kabullenerek tahtını korudu; bazısı ise tahtını kaybetti.

Bugün demokratik monarşilerde tarihi ve halkın birliğini temsil eden hükümdar güçlü, ama sembolik bir mevkidedir. İdare, halkın seçtiği hükümetlerin, daha doğrusu başbakanın elindedir. Başbakanlar, ‘seçilmiş krallar’ gibidir. Hükümdarın hükümeti devirmeye salahiyeti yoktur. Monarşilerin yıkılığı devletlerde ise, hükümdarın yerine sembolik cumhurbaşkanı oturtulmuş; böylece garip bir iki başlılık meydana gelmiştir.

 

Çankaya Noteri

Cumhurbaşkanı, kralların yerini tutabilir mi? Onların sembolik fonksiyonları yerine getirebilir mi? Asla! Parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanlığı, umumiyetle otoritede iki başlılıktan başka bir şeye yaramayan lüzumsuz bir makamdır. 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk için ‘Çankaya Noteri’ denirdi. Çünki işler, başbakanın elindedir. Meclis bile, çoğunluk partisine mensup başbakanın ofisi gibi çalışır.

Osmanlı Devleti, yıkıldığı esnada, bugün Avrupa’daki monarşiler gibi çok partili bir demokrasi idi. 1922’de saltanat kaldırılıp, halifelik muhafaza edilince, herkes alışkanlık icabı devletin reisi olarak İstanbul’daki halifeyi görmeye başladı. Halbuki güç, Ankara’da idi. Bu ikiliği ortadan kaldırmak üzere 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilerek, kurucu kahraman Mustafa Kemal Paşa, reisicumhur oldu.

O zamana kadar ipler fiilen zaten onun elindeydi; şimdi resmiyet kazanmış oldu. Ama hükümet ve başbakanlık muhafaza edildi. Çok partili seçim olmadığı için, hükümet de meclis gibi, reisicumhur tarafından seçilenlerden teşekkül ediyordu. Bu, bir nevi mutlak monarşiye dönüş demekti. Atatürk, tarihteki pek çok monarkın hayalinden bile geçmeyen salahiyetlere sahipti.

 

Şaşırdım!

“Reisicumhur bir talimat veriyor; başvekil ayrı talimat veriyor. Ne yapacağımı şaşırdım” diyordu Hâriciye Vekili Tevfik Rüştü Aras 1937’de Nyon Konferansı’na giderken. Bu yüzden birbirlerini çok seven Atatürk ile İnönü arasında da ciddi bir gerginlik yaşanmıştır. Güçlü cumhurbaşkanının bulunduğu parlamenter sistemlerde bu, kaçınılmazdır.

Reisicumhur ile hükümetin işleri arasındaki belirsizlik, Atatürk’ün başbakan Celal Bayar’a “Dış politikaya karışma; elçileri ben atarım. Orduya karışma; tayinleri ben yaparım. Gerisini bildiğin gibi yap!” talimatıyla çözüldü. Böylece hükümet, devletin saraydan idare edildiği Sultan Hamid devrini bile geçerek, günlük işleri yürüten ‘idarî işler şefliği’ gibi basit bir merci haline geldi.

Parlamenter sistemde, kendisini güçlü hisseden bir cumhurbaşkanının, hükümetle çatışmama ihtimali yoktur. Celal Bayar ile Adnan Menderes; Turgut Özal ile Yıldırım Akbulut; Süleyman Demirel ile Tansu Çiller arasında da aynı partiden oldukları halde sıkıntı yaşanmıştır. Bayar ile Menderes karşılıklı restleşme ile meseleyi çözerdi. Özal, çözememiş; Demirel, komplo kurarak çözebilmiştir. Sıradan bir bürokrasi mazisi bulunan Sezer ile kendisini bu makama oturtan Ecevit arasındaki restleşme, büyük bir ekonomik ve politik krize yol azmıştır.

  

Ucube

Bizde 1982 anayasası, Fransa’daki yarı başkanlık denilen sistemin ucube bir hâlini kurmuştur. Geniş salahiyetli, ama halkın oyuyla gelmeyen ve sorumsuz cumhurbaşkanı; yanında seçimle gelen, güçlü ve sorumlu başbakan. Sonradan cumhurbaşkanının halkoyu ile seçilmesi getirildiğine göre sistem biraz yumuşamış ve Fransa’dakine yaklaşmış demektir. Yine de iyi işlemeyen ve çok mahzurlar doğuran bir sistemdir. Solcu cumhurbaşkanı Mitterand ile sağcı başbakan Chirac arasında yaşananlar çoklarının hâfızasındadır. Şimdi başkanlık sistemine karşı olanların, mevcut sistemin bu mahzurlarını göz önüne almaları gerekir.

Parlamentolar, tarih boyunca yürütmeden bir şeyler kemirerek teşekkül etmişti. Ama artık zaman eskisi gibi değildir. Teknoloji, yürütmenin güçlü ve çabuk olmasını gerektirmiştir. Parlamentolar, eskiden kralların düştüğü hale düşmüştür. I. Cihan Harbi, parlamenter hükümet devrini kapatmış, icranın güçlü olduğu bir devri açmıştır. Kıta Avrupası’nın Amerika karşısında gerilemesi, güçsüz hükümetler ve koalisyonlarla izah edilmiştir.

Başkanlık da, parlamentarizm gibi zayıf noktaları bulunan bir sistemdir. Ancak dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de trend, cumhuriyetin kuruluşundan beri yürütmenin güçlendirilmesi istikametindedir. Avantaj ve dezavantajları ile başkanlık sistemi, bu trendin kaçınılmaz bir safhasından ibaret gibi gözüküyor.