SULTAN ABDÜLHAMİD’İN HÂTIRALARI NEREDE?

Geçenlerde bir bilgi yarışmasında, Sultan Hamid’in Latin harflerini düşünen ilk padişah olduğu iddia edildi. Sultan Hamid’e atfedilmiş hâtıralara dayanan bu iddianın aslı yoktur.
20 Kasım 2013 Çarşamba
20.11.2013

Geçenlerde bir bilgi yarışmasında, Sultan Hamid’in Latin harflerini düşünen ilk padişah olduğu iddia edildi. Sultan Hamid’e atfedilmiş hâtıralara dayanan bu iddianın aslı yoktur. Sultan Hamid’in Hâtıraları adıyla neşredilen kitapların içyüzü başkadır.

Bizde hâtıra yazma âdeti pek yoktur. Eskiler kendilerinden bahsetmeyi ayıp sayardı. Üstelik nice büyük işler yapanlar, tevazuları sebebiyle bunları küçük görmüş; anlatmaya değer bulmamıştır. Bir de eskiden ketumluğun makbul olduğunu ekleyelim. Padişahlardan hiçbiri hâtıralarını yazmamıştır. Bu elbette tarih için büyük bir kayıptır. Sultan II. Mahmud’dan itibaren padişahlar hatt-ı hümayun yazmayı bile terkederek, başkâtip vasıtasıyla sözlü irade tebliğ etmeye başlamışlardır. Vâkıa bazı padişahların ruznâme adlı günlükleri vardır. Bunları da başkaları tutmuştur. İlyas Ağa’nın 1813-1830 arasındaki hâdiseleri anlatan Letâif-i Enderun adlı eseri böyledir.

Pişmanlık notları

Sultan Hamid’in hâtıraları olduğu iddia edilen ilk eser, İbnülemin Mahmud Kemal Bey tarafından, 1 Kânunisâni 1926 yılında Türk Tarihi Encümeni Mecmuası’nda Abdülhamid-i Sâni’nin Notları adıyla peşpeşe üç yazı hâlinde neşredilmiştir. Padişahın bunları kurenâdan Besim Bey’e dikte ettirdiği ve ve İbnülemin tarafından Yıldız Sarayı’nda bulunduğu kanaati hâkimdir. Muayyen bir devreyi anlatır.

Vedad Örfî Bey’in, 1924’de neşrettiği Hâtırât-ı Sultan Abdülhamid-i Sani adlı eser; daha evvel 1919’da Utarid mecmuasında tefrika etmişti. Kitabın kapağında “Vedad Örfî beyin riyaset-i edebiyyesinde olarak Utarid mecmuasında bir kısım salahiyet ve müsaade-i mahsusa üzerine tefrika edilmiştir” yazar. Hâtıraların sultanın isteğiyle tutulduğu ve Leipzig’de basılmasını vasiyet ettiği söylenir. Vedad Örfî, Sadrazam Halil Rıfat Paşa’nın torunudur. “Hâtırâtı veren menbâ pek âli bir şahsiyetdir” diyerek müellifi gizli tutmaktadır. Bunlar Süleyman Nazif tarafından müstear isimle yazılmış mürettep bir metindir. Vaktiyle padişahın muhaliflerinden olan Süleyman Nazif, burada âdetâ günah çıkarmaktadır. Zira hâlâ nüfuzlu olan İttihatçılardan korkarak veya utanarak kendi adıyla neşre cesaret edememiştir. Ama tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı’ya bunu açıkça itiraf etmiştir.  Bu hâtıralar, daha evvel İbnülemin’in neşrettiği notlar ile beraber 1960’da Selek Yayınları tarafından Abdülhamit’in Hâtıra Defteri adıyla neşredildi. Vedad Örfî’nin neşrettiği hâtıralar, 1964'te Abdülhamit Anlatıyor adıyla Serdengeçti tarafından aynen basıldı.

 

 İbnülemin Mahmud Kemal İnal

Daha sonra Ali Vehbi Bey adlı meçhul bir kişi tarafından kaleme alınan ve Pensées et Souvenirs de l’Ex-Sultan Abdul-Hamid adıyla Fransızca olarak Neuchâtel’de 1913’de 225 sayfa neşredilen bir hâtırat, muhtemelen Vedad Örfî’ye ait metnin Fransızca tercümesidir. Sultan Hamid muhiblerinden tarihçi İsmail Hâmi Danişmend de bu metni 1956’da Çakmak Mecmuası’nda tefrika etmiştir. 1974’de de Dergâh Yayınları tarafından Sultan Abdülhamit-Siyasî Hâtıratım başlığı altında neşrolundu. Burada yer alanlar, hâtıradan ziyade, Sultan Hamid’in muhtelif meseleler üzerine mütâlaalarıdır. Biraz acemice satırlar arasında, padişahı, muhalifleri nezdinde şirin gösterme gayesi sezilir.

Ayşe Sultan’a göre, Sultan Hamid, Alâtini Köşkü’nde iken hâtıratını hususî kâtiplerden Ali Muhsin Bey’e yazdırıyormuş. İttihatçılar bunu fark edince Muhsin Bey’i bodruma hapsetmiş; sonra da İstanbul’a göndermişler. Enver Paşa, 12 Şubat 1918’de Beylerbeyi Sarayı’na geldiğinde, padişaha ait mücevherlerin bulunduğu bir çanta ile beraber bu hâtıraların müsveddesini de alıp götürmüş. Bu doğru ise, Enver Paşa’nın, böyle bir defterin gün yüzüne çıkmasını isteyeceği düşünülebilir mi?



Süleyman Nazif


Vedad Örfi

Ağza geleni yazmak hüner değildir!

Sultan Hamid’in tahtta iken hâtıralarını yazmamış ve yazdırmamıştır. Bu isimle neşredilen kitapların hepsinin sahte olduğu muhtevasından da bellidir. Padişah, tahttan indirildikten sonra da elinde evrakı olmadığı için bu işe girişmemiş, belki de engellenmiştir. Padişahın Selânik ve Beylerbeyi’nde hususî doktorluğunu yapan Âtıf Hüseyn Bey anlatıyor: “Râsim Beye de söyledim; ben yalnız başımdan geçen felâketleri yazsam, büyük bir cilt tutar, dedim. Ben de yazsanız bari dedim. Omuz silkti. Başımdan geçenleri yazabilirim. Lâkin resmî şeyleri, vukuâtı yazabilmek için evrâkım, vesâikim yanımda yok. Hepsini hâtırımda tutamam, dedi. (11 Şubat 1911). Bir başka sefer de: “(Said Paşa’nın hâtıratından bahisle) O kadar hurâfât,  o kadar iftirâ ki şaşıyorum. Teessüf ettiğim bir nokta var: O da müdâfaa-i nefse muktedir olmayan birine tecâvüz doğru olmasa gerek. Hatta müdâfaası olmayan şehirlere top bile atmazlar. Madem ki ben müdafaa-i nefs edemiyorum, ağza gelen şeyi yazmak hüner değildir. Benim evrâkımın içinde, jurnallerimde her gün kiminle görüştüm, kime ne söyledim, hepsi muntazaman mevcuttur. Onlar yanımda olsa hepsini serde muktedirim”. (5 Kânunevvel 1913)

Mamafih padişahın sürgün devresine ait hayli notlar vardır. Ziyâ Şâkir, 1943’te bunlardan istifade ile Sultan Hamid’in Son Günleri adında bir kitap meydana getirmiştir. Bunu yazarken Selânik’te padişahın muhafızı kaymakam Râsim Bey, muhafız yüzbaşı Salih (Bozok) Efendi, muhafız mülâzım Naci (İldeniz) Efendi, mülâzım Vâsıf (Çınar) Efendi, mülâzım Mahmud Esad (Soydan) Efendi, musâhib Nuri Ağa, Şöhreddin Ağa ve kahvecibaşı Ali Ağa’nın notlarından da istifade ettiğini söyler. Ayrıca bunları doktor Âtıf Hüseyn Bey’in notlarıyla da karşılaştırıp birbirlerini tuttuğunu gördüğünü beyan eder.

Sultan Abdülhamid'in Selânik'te sürgünde kaldığı Alatini Köşkü'ne ait kartpostal

Dr. Âtıf Hüseyn Bey 12 küçük deftere notlarını kaydetmiş; burada Sultan Hamid’e ait bazı söz ve hâtıraları da nakletmiştir.  Doktorun Sultan Hamid muhaliflerinden oluşu, en azından padişah lehindeki söz ve hâtıralara dair okuyucuda itimat hâsıl etmektedir. Âtıf Hüseyn’in hâtıraları da 2010 senesinde yeni harflerle basılmıştır.

Bu devre ait Cevad Bey, Tahsin Paşa, Said Paşa, Kâmil Paşa, Tevfik (Diren) Bey gibi devlet ricâlinin de hâtıratı vardır. Kurenâdan Ali Said Bey’in, Saray Hâtıraları-Sultan Abdülhamid Hanın Hayatı adlı kitabı, 1338-1340 tarihinde Minber Matbaası’nda 111 sayfa hâlinde neşredilmiştir. Yeni harflerle de basılmıştır. Burada Sultan Hamid’in bizzat kendi hâtıralarını neşretme iddiası yoktur. Cevad Bey, Tevfik Bey, Tahsin Paşa’nın hâtıraları gibidir. Buradaki problem, Said Beyin kim olduğudur. Kayıtlarda böyle bir kimseye rastlanmamaktadır. Müstear isim olması kuvvetli ihtimaldir.  

 Ali Said Bey'in hatıralarının kapağı

Mâbeyn başkâtibi Es’ad Bey’in Hâtırât-ı Abdülhamîd-i Hân-ı Sânî adlı notları da böyledir. Padişahın çalışma ofisleri olarak vasıflandırabileceğimiz Mâbeyn’de böyle bir kimse bulunmadığı gibi, böyle bir matbu eser de mevcut değildir. Mâbeyn başkâtiblerinin, hatta mâbeyn kâtiblerinin isimleri hep bellidir. Yalnızca Yıldız Sarayı şifre kaleminde sekiz sene çalışan Mehmed Es’ad (1878-1918) adında mülkiye mezunu bir kâtib vardır. İslâm tarihi ve dinler tarihi üzerine nâtamam iki eseri olduğunu Bursalı Tahir söylüyorsa da, hâtırattan bahsetmiyor. Es’ad Bey’in müstear isim veya hâtıratın basılmamış notlardan ibaret olduğu da düşünülebilir. Sultan Hamid muhalifi İttihatçılardan ve onların cumhuriyet devrindeki takipçilerinden çekinen hâtırat sahipleri, Süleyman Nazif gibi, kendi isimlerini koymaktan çekinmişlerdir.

Bozdağ’ın hayal dünyası

Gazeteci İsmet Bozdağ, Abdülhamid’in Hâtıraları adıyla 1946’da Bursa’da Vedad Örfî’nin notlarına dayanan bir kitap neşretti. Yıllar sonra bunu genişleterek Tercüman Gazetesi’nde “Abdülhamit’in el yazısı hâtıraları bulunmuştur” başlığı altında Aralık 1974 ve Ocak 1975 arasında tefrika etti. Ancak her nedense bu el yazılarının fotoğraflarından bir tanesini bile numune olarak neşretmemiştir. Nitekim bir sayfa bile el yazısı olsa, bunun padişaha ait olup olmadığı gayet iyi bilinecektir. İsmet Bozdağ’ın tefrika ettiği bu hâtırat, bilahare Kervan tarafından kitap olarak basıldı (1975). Bu kitabın, büyük ölçüde Ayşe Sultan’ın Babam Sultan Abdülhamid ve Ziya Şâkir’in Sultan Hamid’in Son Günleri kitaplarından istifade ile yazıldığı anlaşılmaktadır.

Bozdağ’ın neşrettiği hâtıraların uydurma olduğu hakkında çok yazılıp çizildi. 1946 baskısında bunun 1917’de padişah tarafından bizzat yazılıp saklanmak üzere Leipzig’e gönderilen bir metnin kopyası olduğu söyleniyor.  Sarayla irtibatı olan bir ailenin kütüphanesi tanzim edilirken ele geçmiş, kabı kopmuş, sayfaları dağılmış, rutubetten bazı yerleri okunamaz hale gelmiş bir deftermiş. 1975 baskısında ise bambaşka bir hikâye var: 1944’de Atatürk’ün de hocası Osman Senâî Bey’den kalma üç çuval kitabın içinden bazı notlar çıkar. Bunların Leipzig’e giden hâtırat notlarının bir nüshası olduğu düşünülür. Nitekim Utarid’de neşredilenlerin aynısıdır. Leipzig’deki notların da vaktiyle Almanca-Türkçe lügat neşreden ve Sultan Hamid’den bu sebeple takdir alan Kolze Kitabevi’ne gönderildiği tahmin edilmektedir. 1973’te Leipzig’e gidilir. Kolze Kitabevi 1923’te kapanmıştır. Leipzig, II. Cihan Harbi’nde bombalanmıştır. Kolze’nin oğlu bulunur. Vaktiyle Jön Türklerin de bu hâtıratın peşine düştüğünü hatırlar. Böylece mavi kurdele ile bağlı hâtırat bulunur. Bozdağ da bunu neşreder. 1946 neşri 41 sahife iken, 1973 baskısı 119 sayfaya çıkar. Kolze de, gerçek isim değildir; sahibinin isteği üzerine Bozdağ bu müstear ismi vermektedir.

1975 baskısına güya Sultan Hamid’in el yazısından numuneler eklenmişti. Bu hâtıralar, askeriyeden tekaüde ayrıldıktan sonra arşivde tasnif heyetinde çalışan deniz albayı Yavuz Senemoğlu’na, Sultan Hamid’in el yazısına bakarak yazdırılmıştı. Albay sonradan parasını almadığını gazetecilere ifşa edince hakikat ortaya çıktı. Nitekim kitaptaki ciddi hatalar, kendisini ele vermektedir. Bozdağ, Osmanlı Devleti’ni 1877’de İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya ile savaşa sokar. Halbuki savaş Rusya ile olmuştur. Saydığı devletlerin hepsi o devirde Bâbıâli’nin müttefikidir. Kitapta Sultan Hamid’in, kalemine kıyamadığı için Namık Kemal’i Magosa’ya gönderttiği yazıyor. Halbuki Namık Kemal’i buraya Sultan Aziz göndermişti. Bozdağ, 1901’de Rus Sefiri İgnatiyef’le padişahı görüştürüyor. Halbuki İgnatiyef, 1877’de İstanbul’daki vazifesinden ayrılmıştı. Yine kitapta 1901 yılında Cemaleddin Efganî’nin, Hicaz Emiri Şerif Hüseyn’i hilâfete teşvik ettiği yazıyor. Halbuki Efgani 1897’de ölmüş; Hüseyin ise 1915’de Hicaz Emiri olmuştu.

Bozdağ’ın kitabında en enteresan husus ise, Sultan Hamid’in Mustafa Kemal ile karşılaştığı kısımdır. Güya M. Kemal, Şehzade Âbid Efendi’nin dostuymuş; hatta kendisine iki ceylan yavrusu hediye etmiş. Padişah, “Çanakkale Zaferi’ni kazanan” bu kumandana altın saat hediye etmek istemiş; ama dedikodudan çekindiği için veya para sıkıntısından dolayı edememiş. Kendisini görmek arzu etmiş. Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesinde görmüş, sıradan askerlere benzemediğini söylemiş. Böylece Bozdağ, aslı belirsiz bir hâdiseden istifade ederek, Sultan Hamid’i, resmî ideolojiye hoş göstermeye çalışmaktadır. İsmet Bozdağ daha da ileri giderek, karısı Hanzade Ulusoy’un (1950-2000) Sultan Hamid’in torunu olduğunu iddia etmiştir. 1992’de Saray Penceresinden Abdülhamid kitabını, 2003’de de Osmanlı Hanedanı Saray Notları’nı neşretti. Her ikisi de tamamen romandır; hâdiseler gerçek dışıdır.