GİRİT BİZİM CANIMIZ, FEDA OLSUN KANIMIZ!

Girit en geç fethedilen vatan toprağıdır. Elden çıkışı da sancılı olmuştur. Giritliler Rumca konuşur; ama şiveleri diğer Rumların anlamayacağı kadar farklıdır.
28 Ağustos 2013 Çarşamba
28.08.2013

Girit en geç fethedilen vatan toprağıdır. Elden çıkışı da sancılı olmuştur.

Giritliler Rumca konuşur; ama şiveleri diğer Rumların anlamayacağı kadar farklıdır.

Yurt dışında yaşayan insanların millî hassasiyetlerinin daha fazla olduğu malumdur. Geçenlerde okuduğum bir kitapta bunu teyid eden bir hatıraya tesadüf ettim. Andreas Nenedakis, Büyükbaşlar 1922 adlı eserinde çocukluğunun Girit’ini anlatıyor. Bu kitapta belki basit ama hisli bir pasaj var. Okuyucularla paylaşmak istedim:

                                         Hanya'da cumbalı bir Osmanlı evi

Başlar eğik, gözler nemli

“Babam 1912 tarihinde Osmanlıların mağlubiyetiyle biten Balkan Harbi’nde bulunmuştu. Memleketine dönerken, eline geçirdiği bir Osmanlı bayrağını da getirip dükkânına asmıştı. Türkler, dükkânın önünden başları eğik, temennâ ederek sessizce geçerlerdi. Bayrağın bir zayıflık emâresi olarak bir ganimet gibi çarşıda asılışı onları utanca boğdu. Her yerde bu konuşuluyordu. İmamlar şikâyet etti, müftü vâliye çıktı. Sonunda bir Türk dostunun ricâsı üzerine babam bayrağı indirmeye râzı oldu.

Küçük Asya macerası yılları idi (1921). Ali adında bir mektep arkadaşım bayrağı görmek istedi. Annemden izin aldım. İki ablası ile geldiler. Annem bir bohça açıp bayrağı gösterdi. Ali ile kızlar diz çöktüler, ellerini bağırlarına koyarak gözlerini hürmetle bayrağa diktiler. Şaşırmıştım, niye böyle davrandıklarını anlayamıyordum. Kızlar kırmızı kumaşı okşuyor, ay yıldızı öpüyorlardı. Çok duygulanmış olduklarını görüyordum. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Annem sonra bayrağı kaldırdı.

Bir gün Ali, arkadaşlarının da bayrağı görmek istediklerini söyledi. Davet ettim. O gün gördüklerimi hiç unutmadım. Bütün çocuklar diz çöktüler. Sonra yüzlerini yere sürerek bayrağın ay yıldızını öpüyorlardı. Bunu birkaç defa tekrarladıktan sonra sessizce evden ayrıldılar. Türk çocukları o günden sonra bana karşı çok değiştiler. Bana onlardan biriymiş gibi davranmaya başladılar.”

                                                     Girit'le alakalı eski bir kartpostal

Son fethedilen toprak

Girit, en son ele geçen vatan toprağıdır. Üstelik Rumlardan değil, Venediklilerden alınmıştır. Osmanlıların Akdeniz’deki emniyet ve asayişini tehdit eden ada, Sultan İbrahim zamanında kuşatıldı. Ada fethi zordur. Kuşatma senelerce sürdü. Çok zâyiat verildi. Ama neticede ada tamamen fethedildi. Girit, hep imtiyazlı şekilde idare olundu. Tımar sistemi burada tatbik olunmadı. Ada halkı pek çok vergiden muaftı. Geri kalan vergiler adanın ihtiyaçlarına harcanır; merkeze fazla bir şey alınmazdı.

                                Girit'te Venediklilerden kalma sahil kalelerinden biri

Yunanistan istiklâlini elde edince, Girit’i ilhak etmek için çok uğraştı. Adaya ajanlar gönderdi. Gençleri artık çökmeye yüz tutmuş olan Osmanlı hâkimiyetine karşı çete faaliyeti göstermek üzere yetiştirdi. Yunan isyanı üzerine bir ara Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşa’nın idaresine verildi. 1867’de nüfusunun dörtte üçü Hıristiyan olan Girit’te Rusya tahrikli bir isyan çıktı. Girit ve Sisam daha önce Yunan İsyanı’na da katılmıştı. Bu isyan neticesinde Yunanistan istiklâlini kazanmış; Sisam’a da muhtariyet (otonomi) verilmişti. Bu defa emel, Girit’in Yunanistan’a bağlanmasıydı. Girit isyanı uzun uğraşmalardan sonra bastırıldı. Ancak Bâbıâli’nin bu sert cevabı, ters tepti. Adadaki milliyetçilik cereyanını güçlendirdi. Üstelik Avrupa devletlerinin müdahalesine zemin teşkil etti. Bâbıâli kalıcı bir çözüm için Sadrazam Âli Paşa’yı fevkalâde memuriyetle adaya gönderdi. 1868 fermanı Girit’e imtiyaz tanıyan bir nevi anayasa hüviyetindeydi. Böylece Girit, neredeyse yarı müstakil oldu. Vâlinin, biri Müslüman ve diğeri Hıristiyan olmak üzere iki yardımcısı olacaktı. Mutasarrıf ve kaymakamlar yerli halkın ekseriyetinin dininden tayin edilecekti. Adanın her türlü işlerine yılda bir toplanan meclis-i umumî karar verecek; bu işlerin tatbikinde Bâbıâli’nin tasvibi aranacak; Girit’ten toplanan vergiler, eskiden olduğu gibi Bâbıâli’ye ödenecekti. Yazışmalar iki lisanda yapılacaktı. Âli Paşa, bu reformlarıyla Girit’in bir mânâda Osmanlı ülkesinden ayrılmasına sebep olmakla suçlandı. Hatta amansız muhaliflerinden meşhur şair Ziya Paşa buna dair şu meşhur beyti söyledi:

“Kapıcızâde ile Köprülü’nün farkı budur:

Birisi aldı Girit’i, birisi verdi bugün!”.

Burada Girit Fâtihi sayılan Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’ya ve Âli Paşa’nın babasının Mısır Çarşısı’nda kapıcılık yapmasına işaret vardır.

                                                                   Giritli Rum kadınları (1900)

Eriyen nüfus

Sakız, Kıbrıs, Girit gibi Rumların da yaşadığı Osmanlı kasaba ve köylerinde sulh mahkemesi ve belediye meclisi vazifesi yapmak üzere Müslüman ve Hıristiyanlar için ayrı birer ihtiyar meclisi bulunur. Buna dimoyrondiya denir. Şehirlerdekiler her cemaatin vakıf ve yetim mallarına da bakar. Girit kaybedildikten sonra, burada yaşayan Müslümanlar dimoyrandiya sistemine benzer Cemaat-i İslâmiyeler kurmak suretiyle teşkilatlanmıştır.

Adada emlâk ve temettuat (gelir) vergisi tahsil edilmezdi. Yalnızca aşar, müskirat, tuz, tütün ve gümrük resmi öderdi. Girit halkı fiilî ve bedelî askerlikten de muaftı. 1878 tarihli Halepa Mukavelesi ile adanın iktisadî muhtariyeti nihaî noktaya gelmiş; aşar vâridatı tamamen ada bütçesine terk edilmiştir. Halepa Mukavelesi adanın idaresinde yeni bir safha başlatmış; ada meclisindeki Müslüman âzâların sayısı azalan nüfus nisbetinde düşürülmüştü. 1889 tarihli fermanla bu muhtariyet biraz tahdid edilerek, nüfus sayımının âdil yapılmadığı gerekçesiyle Girit Meclisi fesholundu. Örfî idare mânâsına gelen bu ferman meseleyi çözmek şöyle dursun, Girit Buhranı’na yol açarak adanın kaybına giden safahatı başlattı.

                  Hanya'da bir Osmanlı sokağı ve minare

Bu sıkıntılar sebebiyle adanın Müslüman nüfusu her geçen yıl eridi. 1896’da adalı Rumların başlattığı isyan ve kargaşa bahanesiyle Yunanistan adayı işgale kalkıştı. Buna mukabil Düvel-i Muazzama (İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya, Rusya gibi büyük devletler) adaya asker çıkararak ilhakı önledi ise de Girit’te Osmanlı idaresi fiilen tahdid edildi ve adanın muhtariyeti genişletilmiş oldu. Almanya ve Avusturya buna karşı çıktı ama tesiri olmadı. Anavatandaki halk, hâdiseye büyük reaksiyon gösterdi. “Girit bizim canımız, feda olsun kanımız” marşı dillerden düşmez oldu.

Ertesi sene Yunanistan ile harbe tutuşuldu. Harb kazanıldı; fakat adayı elde tutmaya yetmedi. Düvel-i Muazzama adanın yeni statüsünü ilân etti. Buna göre ada, Osmanlı hâkimiyetinde bîtaraf ve muhtar bir vilâyet olarak beş sene için Düvel-i Muazzama’nın muvafakatiyle Bâbıâli’nin tayin edeceği bir vâli tarafından idare olunacak; İstanbul’a senelik maktu vergi ödenecek; Osmanlı askeri peyderpey adadan çekilecekti. Böylece Girit meselesi, Osmanlı Devleti aleyhine ve tuhaf bir şekilde mağlup Yunanistan lehine çözülmüş oldu. Adaya padişahı metbu tanıyan Yunan Prensi Yorgi komiser tayin edildi. İstanbul’dan gönderilen vâli, bir nevi vâli vekili derekesine düştü. 1899’da adalı Rum milliyetçilerinin ilân ettiği Girit Kanun-ı Esasîsi ile Prens’e para ve pul basma, nişan verme, muahede yapabilme, bayrak edinme salâhiyeti tanındı. Müslümanlar için de Girit Ahâli-i İslâmiyyesi Nizamnâmesi çıkarıldı. Bâbıâli bunların hiç birini tanımadı ise de, elinden de bir şey gelmedi. Kanun-ı Esasî, kadıları tayin salâhiyetini Prens’e veriyor, adadaki bütün memurların Prens’e sadakat yemini ederek vazifeye başlamasını hükme bağlıyordu. Bu ise büyük reaksiyon doğurdu. 1910 senesinde İstanbul’ca tayin edilen Kandiye Kâdısı vazifeye başlatılmadı. Düvel-i Muazzama, kâdıların ehil kimseler arasından ada Müslümanlarınca seçilmesini Girit hükûmetine kabul ettirdi.

                                                                                    Osmanlı Girit'inin haritası

Prens’in milliyetçiliğinden şüphe duyan adalı bazı Rumlar, 1905’de meşhur politikacı Venizelos’un liderliğinde ayaklandı. Prens adayı terk etti. Yerine başka bir komiser vazifelendirildi. 1910 tarihinde toplanan Girit Meclisi’nin Yunan Kralı adına yemin etmesi tabiatı ile fırtınalar kopardı. Müslüman mebuslar yemine yanaşmayınca meclis 4 ay tatil edildi. Sonra yemin etmeksizin meclise kabul edildiler. İstanbul’un karşı çıkmasına rağmen meclis bir yandan da Atina’daki Yunan millî meclisine temsilci gönderiyordu. 1908’de Girit Meclisi Yunanistan’a ilhak kararı aldı ise de İngiltere mâni oldu. Balkan Bozgunu ardından 1913’te imzalanan Londra ve Atina Muahedeleri ile Girit Yunanistan tarafından ilhak edildi. Müslümanların din ve vakıf işleriyle meşgul olmak üzere Hanya, Kandiye ve Resmo’da müftü riyâsetindeki Cemaat-i İslâmiyeler salâhiyetli kılındı. Kâdı mahkemeleri de varlığını devam ettirdi.

Girit'e dair eski bir kartpostal. Üzerinde şu yazı okunuyor: Hükûmet-i Osmaniyye en şu'adâr olan nücûmdan fâriğ olmaz. Yani Osmanlı hükûmeti en çok parlayan yıldızlardan (yani Girit'ten) vazgeçmez.

Bostana giren Giritli

Girit, çok eski bir medeniyet merkezidir. Ada halkının antik çağda Mısır’dan geldiği zannedilmektedir. Ahali zaman içinde Ortodoks dini ve coğrafi yakınlık sebebiyle Rumca konuşmaya başlamıştır. Ancak şive, diğer Rumların anlayamayacağı kadar farklıdır. Osmanlı fethinden sonra ada halkının bir kısmı ihtida etmiştir. Mübâdele ile Anadolu’ya göçen ve Rumcadan başka lisan bilmeyip âdetleri de çok farklı olan Girit muhacirleri çok sıkıntı çekti. Çalışkan Giritliler, ot yemeklerine düşkünlüğü ile tanınır. Hatta “Baba, bostana bir inek ile bir Giritli girdi” diyen çocuğa babasının, “Giritliyi çıkar, inek doyunca zaten çıkar” dediği meşhur fıkradır.