İNKILÂP TARİHİ BİLMEMEK MAZERET Mİ?

1982 tarihli TC anayasası, “Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve cumhuriyetin lâiklik niteliğini koruma amacını güden” inkılâp kanunlarının, anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağını söyler. Bu kanunların hangileri olduğunu, maalesef bilen fazla değildir.
11 Temmuz 2012 Çarşamba
11.07.2012

  1982 tarihli TC anayasası, “Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve cumhuriyetin lâiklik niteliğini koruma amacını güden” inkılâp kanunlarının, anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağını söyler. Bu kanunların hangileri olduğunu, maalesef bilen fazla değildir.

Geçenlerde iştirak ettiğim akademik toplantıda konuşan bir meslektaşım, şimdilerde başörtüsüne gösterilen müsamahayı tenkit etti; devrim kanunlarının ihlâlinden yakındı. Devrimciliği kimseye bırakmayan meslektaşımın bu sözüne doğrusu çok şaşırdım. Günümüzde olup bitenleri anlamak için inkılâp tarihi bilmenin faydası bir yana, bu meslektaşım gibi kafası karışanlara, bir sömestir değil, her sene tekrar tekrar inkılâp tarihi okutulmasının lüzumuna kanaat getirdim.

                                             Ankara Palas'ta verilen bir cumhuriyet balosu_1929

İnkılâp kanunları, Büyük Önder’in talimatıyla Türk cemiyetini Garblı bir karaktere büründürmek ve laikliği yerleştirmek üzere çıkarılan bir takım kanunlardır. Halkın ve bazı siyaset adamlarının (Demokrat Parti elbette) muhalefetine reaksiyon olarak, bunlardan 8 tanesi 1961 ve 1982 anayasaları ile teminat altına alınmıştır. 1961’de devrim kanunları iken, 12 Eylül’den sonra devrim, solculuğu çağrıştırdığı için terkedildi; inkılâba dönüldü.

1982 anayasası (madde 174): “Bu anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunun çağdaş uygarlık seviyesine erişmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” diyerek âdetâ şeytanı dürtmüştür.

1.Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) Kanunu. 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 430 sayılıdır. Bütün mektepleri Maarif Vekâleti’ne bağlayan kanundur. Bir seneye kadar medreseler hariç hepsi iade edilmiş; medreseler kapatılarak İslâm dininin öğretilmesi ve öğrenilmesi yasaklanmıştır. Yasak bugün de mevcuttur. İmam-Hatib ve İlahiyatlar laik prensiplere göre din öğreten kontrollü teknik mekteplerdir; serbest dinî tahsil veren otonom müesseseler değildir.

2.Şapka İktisâsı (Giyilmesi) Hakkında Kanun 25 Teşrinisâni 1341 (Kasım 1925) tarihli ve 671 sayılıdır. Herkesin, an’anevî ve dinî serpuşlar olan fes ve sarık giymesini yasaklar; “uygar uluslar” gibi şapka giymeyi mecbur eder. Aksine hareket edenler için hapis ve para cezası getirilmiştir. Birkaç sene evvel Türkiye'ye ziyarete gelen Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi'nden parlamenterler, şapka giymeyi mecbur eden bir kanun olduğunu işitince çok şaşırmışlardı. Halbuki Rusların Büyük, bizim Deli dediğimiz Çar Petro, sakal bırakmayı yasaklamış; buna ilk itiraz eden oğlunu da işkence ile öldürmüştü. Bunu da mı işitmemişler. Üstelik şapka inkılâbı sayesinde, ecnebi gemileri Türkiye'ye aylarca yeni ve kullanılmış şapka taşımıştı.Bunun ekonomiye katkısı inkâr edilemez.

      Uygar ulusların serpuşunu giyerek uygarlaşan Anadolu koyluleri

3.Tekke ve Zâviyelerle Türbelerin Seddine (Kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgâsına Dair Kanun. 30 Teşrinisâni 1341 (Kasım 1925) tarihli ve 677 sayılıdır. Altı okun halkçılık prensibi gereği, bütün sivil cemiyetler meyanında, tarikatlar da kapatılmış; tasavvuf yasaklanarak, yeraltına inen mensuplarına ciddi takip getirilmiştir. Padişah türbeleri bile kapatılarak harabiyete terkedilmiştir. Bu arada, Gazi’nin 700 dönüm arazide inşaatı 9 sene süren ve (300 gr ekmeğin 10 kuruş olduğu bir devirde) 24 milyon liraya mal olan mezarı, ironik bir şekilde, adeta bir bir türbeye dönüştürülmüştür. Yasak, zamanla Bektaşî ve Mevlevî gibi folklorik tarikatlar hususunda gevşetilmiş; cemiyette ciddi bir yeri bulunan Nakşî tarikatı hakkında olanca sertliğiyle devam etmiştir. Barbaros Türbesi gibi tarihî kıymeti bulunan bazı türbeler, 1950’li senelerde açılarak yasak biraz daha gevşetilmiştir.

4.Medenî nikâh maddesi. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı medenî kanunun, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair 110. maddesidir. Buna göre öteden beri hâkimden izin alarak imam, papaz ve hahamların nikâh kıyması usulü kaldırılmış; belediye kaydından evvel dinî nikâh kıymaya yeltenen çiftlere ve imamlara hapis ve para cezaları getirilmiştir. Magazin dünyasının bazı meşhurları, boş bulunup “Sevgilimle imam nikâhı yaptık” diyorlar. Vazifeşinas savcılar tabiî hemen kendilerini ifadeye çağırıyor. Uyanık avukatlarının ikazıyla “Yanlış anlaşıldık; düzeyli bir birlikteliğimiz var” diyerek paçayı yırtıyorlar. Nikâhsız yaşamak düzeyli birliktelik; dinî nikâh ile yaşamak ağır suçtur. Dinî nikâh ile bareber yaşamayı suç sayan ceza kanunu maddesi, 27 Mayıs 2015'te Anayasa Mahkemesi’nce insan haklarına, din ve vicdan hürriyetine aykırı bulunarak iptal edildi. Ancak evliliğin yalnızca belediye kaydıyla olacağına dair devrim kanunu hâlâ anayasanın koruması altındadır.

5.Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılıdır. Beynelmilel erkam, milletlerarası rakamlar demek ise de, burada kasdedilen Avrupa’nın kullandığı rakamlardır. Bunların aslında Arap rakamları olduğu bilinseydi, belki Romen rakamları tercih edilirdi. Çünki kanunların maksadı uygar uluslar gibi olmaktır.

6.Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun. 1 Teşrinisani (Kasım) 1928 tarihli ve 1353 sayılıdır. Türk harfleri denilen, Göktürk veya Uygur alfabesi değil, düpedüz Latin harfleridir. Türklerin Müslümanlıkla beraber kabul ettiği bin senelik Arab alfabesi kaldırılmış; Osmanlıca kitap, gazete, dergi, ilan, tabela neşri yasaklanmıştır. Kraldan çok kralcılar, kütüphanelerle şahısların ellerindeki Osmanlıca eserleri imha etmek suretiyle coşkularını göstermiştir. 13 Mart 2014'te Osmanlıca kitap basmayı ceza getiren Türk Ceza Kanunu'nun 222. maddesi kaldırıldı. Ancak Osmanlıca yazmayı yasaklayan devrim kanunu, hâlâ anayasanın koruması altındadır.

7.Efendi, Bey, Paşa Gibi Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun 26 Teşrinisani (Kasım) 1934 tarihli ve 2590 sayılıdır. Her yurttaş artık eşit olduğu için, ismin önünde “Mösyö/Madam” karşılığı Moğolca “Bay ve Bayan” ünvanlarını, sonunda da soyadını kullanılacaktır. Ne yazık ki bu kanun, Evren Paşa gibi idealist birisi tarafından delinmiştir.

8.Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun. 3 Kânunuevvel (Aralık) 1934 tarihli ve 2596 sayılıdır. Esas itibariyle din adamlarının, dinî kisve ile dolaşmaları yasaklanmış; Diyânet İşleri Reisi ile Rum ve Ortodoks Patriği ve Hahambaşı istisnâ edilmiştir.

Kanunların ekserisi kışlık kanunlardır. 4 tanesi Kasım ayına aittir. İhlâlinde verilecek cezalar, ceza kanununa konmuştur. Şüphesiz inkılâp kanunları bunlardan ibaret değildir. Meselâ soyadı kanunu alınmamıştır. Ama başörtüsünü yasaklayan bir kanun da mevcut değildir. Büyük Önder’in, çevresinde eşarplı hanım görmekten hoşlanmadığı bilinmektedir. Ama böyle bir kanun çıkarmaktan kaçınmıştır. Mamafih bazı işgüzar memurlar zaman zaman ellerine makas alıp sokakta kadınların çarşaflarını kesmeye kalkmışlar; ilerici hanımlarca “çarşafla mücadele haftaları” tertiplenmiştir. Bu kanunlar sayesinde, Türkiye ve Türk cemiyetinin, asırların kendisine biçtiği hüviyetten sıyrılmıştır. Ama çağdaşlıkta geldiği seviye doğrusu ölçülmeye değerdir.

      Çarşaf yırtma gösterisiyle devrimlere bağlılıklarını gösteren ilerici hanımlar