OSMANLI VAKIFLARININ ACILI TASFİYESİ

Mülkiyet hakkı, mukaddes ve dokunulmaz bir insan hakkı olduğu halde, pek çok vakfa el konulmuş; vakıflarla hiç de uyuşmayan başka maksatlara tahsis edilmiş veya şahıslara satılmıştır.
22 Haziran 2020 Pazartesi
22.06.2020

1908’de komitacıların darbesiyle başlayan vakıf yağması, cumhuriyet devrinde de devam etti. 1924’te medreseler, 1925’te de tekkeler kapatılarak, hepsi vakıf statüsündeki mallarına el konuldu. 

Hükümet, sadece mali ihtiyaçları karşılamak için değil; eskiyi temsil eden kesimlerin cemiyetteki gücünü yok etmek maksadıyla kıyasıya bir vakıf tasfiyesine girişti.


Bu vakıf, o vakıf değil

1926’da İsviçre medeni kanunu kabul edilirken, 864 sayılı tatbikat kanunu ile bu kanundan evvelki hâdiselere o zamanki şer’î hukukun tatbik edileceği; eski vakıflar için de ayrı bir tatbikat kanunu yapılacağı hükmü getirilmişti.

Hayli zaman sonra 14/VI/1935 tarih ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu çıkarıldı ki, 864 sayılı kanunun açık hükmüne aykırı nice maddeleri vardır. Medeni Kanun’da vakıf yerine tesis adında bir müessese yer alır. 1967’de vakıf adını almışsa da bilinen vakıftan farklıdır. Cumhuriyet devrinde kurulan vakıflar; şer’î manada vakıf değildir; belki cemiyettir.

İsviçreli bile acıdı

Her iki devri de yaşamış olan büyük hukukçu Yargıtay hukuk dairesi reisi Ali Himmet Berki der ki: “Bir aralık, insanları vakıf yapmağa sevk eden ruhi temayüllerden ve vakıfların İslam milletine temin eylediği fayda ve menfaatlerden gafil olanların izhar eyledikleri vakıf düşmanlığı tesiri altında vakıfları ilga ve tasfiye temayülleri belirmişti.

1929’da İsviçre'den Hans Leeman adında bir mütehassıs hukukçu getirildi. Şer’î hukuka vâkıf olmadığı halde, eskiden yaptığı ve yapması beklenen amme hizmetlerini dile getirerek, eski vakıfların olduğu gibi muhafaza edilmesi lazım geldiği yolunda rapor verdi. Ancak hükümet buna kulak asmadı.”


Minaresi yıktırılan Küçüksu Câmii artık Halk Fırkası binasıdır.

Vakıfların idam kararı

Vakıfların idam hükmü, 13/VI/1935 tarih ve 3027 sayılı Vakıflar Kanunu ile verildi:

Madde 10: “Tahsis edildikleri maksada göre kullanılmaları kanuna veya amme intizamına uygun olmayan veyahut işe yaramaz hale gelen hayrat vakıflar, idare meclisinin teklifi ve bakanlar heyetinin kararı ile mümkün mertebe gayece aynı olan diğer hayrata tah­sis edileceği gibi, bu kabil hayrat ayn (mal) veya para ile değiştirilerek elde edilecek ayn veya para dahi aynı suretle diğer hayrata tahsis olunabilir. Mimarî veya tarihî değeri olan eserler satılamaz.”

Madde 12: “Mevkilerine ve temin ettikleri menfaatlere göre kalmaları gerekli görülmüş mazbut ve mülhak vakıflara ait akar ve top­rakları idare meclisinin kararı ile satmağa veya başka gayri menkulle değiştirmeye umum müdürlük salahiyetlidir. Bu şart­larla elde edilecek paralar tercihen mahallinde akar satın almağa veya yaptırmağa veya o vakfın mevcut akarının tamirine sarfolunur. Mülhak vakıflarda, idare meclisi, karar vermeden evvel o vakıf mütevellisinin mütalaasını alır.”

Milyarlık yağma

1935 tarihli Vakıflar Kanunu (m.26-32) icâreteynli ve mukâtaalı vakıf kurmayı yasakladı. Mevcut vakıflar, yıllık kira bedelinin yirmi katı meblâğında bir taviz bedeli mukabilinde malı elinde bulunduranlara devredildi. (İcâreteynli ve mukâtaalı vakıf, Kanuni Sultan Süleyman zamanından beri, hususi şekilde kiraya verilen iki vakıf çeşididir.)

Kiracı, bu bedeli ödemese bile, 10 sene sonra vakfın mülkiyetini kazanacaktı. Bedel, amme alacaklarının tahsili usulü çerçevesinde tahsil edilecekti.

Tarihte emsali görülmeyen bu kararla, sadece İstanbul’da sayısı 230 bini geçen ve bugünki kıymeti milyarları bulan vakıf malı, cüz’î birer bedel karşılığında kiracılara intikal etti.

Bundan vakıflar mühim zarar gördü. Zaten kiraları enflasyon ve sair sebeplerle çok düşük kalmıştı. Mesela 35 bin liralık bir ev 200; 20 bin lira kıymetindeki bir arsa 125 liraya satılmıştır.

Şart-ı Vâkıf

Mülkiyet hakkı, mukaddes ve dokunulmaz bir insan hakkı olduğu halde, pek çok vakfa el konulmuş; bunlar vakıf fikrine hiç de uymayan başka maksatlara tahsis edilmiş veya hususi şahıslara satılmıştır.

Halbuki şart-ı vâkıf, nass-ı şâri gibidir. Yani vakfedenin şartı, âyet ve hadis gibi değiştirilemez, kaidesi meşhurdur. Tek Parti devrinde bazı vakıf eserlerin tamir edilmesi de, bu vakıflara el konulup başka maksatlarla kullanıldığı gerçeğini değiştirmez.

Böylece milletin bin senelik tarihine damgasını vurmuş vakıf medeniyeti hazin ve utanç verici bir şekilde tasfiye edilmiştir. Osmanlılar nice mali sıkıntılarla boğuşmuş; ama mülkiyet hakkına hürmetlerinden dolayı, hiç bir zaman vakıflara ilişmek akıllarına gelmemişti.


Satılan câmiler

1924’te câmilerin idaresi ve buradaki vazifelilerin tayini Diyanet İşleri Reisliği’ne verildi; câmilerin müştemilatı, gelir getiren mülkleri ve eşyası ise Vakıflar Umum Müdürlüğü’nün kontrolüne bırakıldı. 1931’de din hademesi de vakıflara bağlanıp Diyanet’in sahası daraltıldı.

1928’den itibaren câmiler tasnif edilmeye başlandı. Buna göre 500 metre dâhilindeki câmilerden biri kalacak; diğerleri tasnif dışı bırakılacaktı. Tasnif dışı kalan yüzlerce câmiden bir kısmı kapatıldı; bir kısmı din dışı başka işlere tahsis edildi; bir kısmı da yıktırılıp enkazı satıldı.

Vakıflar Kanunu’nun “mimarî kıymeti olan câmilerin satılamayacağı” hükmüne aldıran olmadı. Bunun için o zaman kültür bakanlığının işini gören Maarif Vekâleti’nden alınması gereken raporların, istenilen şekilde tanzim edildiği görüldü.

Sadece İstanbul’da 1000’in üzerinde câmi yıktırıldı. Böylece 1937’ye gelindiğinde Türkiye’deki câmilerin takriben % 60’ı kadro dışı kalmıştı. 1926-1949 yılları arasında 82 kilise ve havra da arazileriyle beraber satıldı.

1945’ten sonra demokrasiye geçişle, muhalefetin elini güçlendirmemek adına, işgal edilen bazı câmiler boşaltılıp tamir edilerek ibadete açıldı. 1950’den sonra yol genişletme sebebiyle çok sayıda câmi ve vakıf eseri yok edildi. Vakıf eserlerin satışı 1960’larda da devam etti.

Yok edilen tapu senetleri

3 Nisan 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 160.maddesi vakıf mezarlıkları belediyelere devretti. Belediyeler, bunları istediği gibi kullanabilecek; dilerse satacaktı. Talan, daha kanun çıkmadan başladı. Yurt çapında yüzlerce mezarlık ya satıldı, ya da üzerine kömür deposundan Halkevi’ne kadar nice başka binalar yapıldı. Memleketin tapu senedi olan mezarlıklar böylece mezara kondu.

Cumhuriyetin ilk 16 yılı içinde satılan vakıf sayısı tespit edilebildiğine göre 8562’dir. Sayısı yüz binleri bulan icâreteynli ve mukâtaalı vakıflar buna dâhil değildir. Sadece Edirne Uzunköprü’de toplam 402 vakıf gayrı menkule el konup 210’u kiraya verilmiş; 192’si de satılmıştır. Diyarbekir’de 50 vakıf dükkân ile Hüsrev Paşa Hanı hariç bütün vakıf gayrı menkulleri; Maraş’ta 74, Antep’te 61, Çorum’da sadece Koyunbaba vakfına ait 365 parça, Amasya Gümüşhacıköy Köprülü Mehmed Paşa vakfına ait 15 dükkânlı bedesten talan edilmiştir.

Mehazlar: Ali Himmet Berki, İslâmda Vakıf; Ali Himmet Berki, Vakıflar ve Vakıfların Maruz Kaldığı Tecavüz ve İhmaller; Ahmed Akgündüz, Vakıf Müessesesi; Fahri Özteke, Atıl Halde Bırakılmış Hayrat Kurumları Meselesi; Zeki Salih Zengin, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun Hazırlanmasından Sonraki İlk Dönemde Uygulanışı; Ali Rıza Dönmez, Cumhuriyet Devrinde Vakıflar; Faruk Köse, Laik Vahşet; Hasan Hüseyin Ceylan, Cumhuriyet Dönemi Din-Devlet İlişkileri; Hamdi Bülbül, Gazete İlanıyla Satılan Vakıf Camileri; Kerim Sarıçelik, Osmanlı Devleti’nde Avarız Varidatının Maarife Devredilmesi; Şakir Berki, Türkiye'de İmparatorluk ve Cumhuriyet Devrinde Vakıf Çeşitleri; Ahmet İşeri, Vakıflar; Mehmed Şevket Eygi, Cami Kıyımı; Ahmet Hamdi Bülbül, Gazete İlanıyla Satılan Vakıf Camileri.