100 SENE SONRA TÜRKLER YENİDEN LİBYA’DA MI?

Libya, dört asırlık bir Osmanlı eyâleti ve aynı zamanda Afrika’da kaybedilen son vatan toprağıdır.
23 Aralık 2019 Pazartesi
23.12.2019

Afrika’nın geniş topraklı az nüfuslu memleketi Libya’da Osmanlı hâkimiyeti 360 seneden fazladır. Osmanlılar gelmeseydi, Libya İspanyol hâkimiyetine girer; belki de halkı o zaman Maltalılar gibi Arapça konuşan Katolikler olurdu. Beldenin fatihi Turgut Reis, Malta’da şehid düşmüş, na’şı Trablusgarb’a getirilmiştir. Beldeye gelen vâliler ilk önce türbeyi ziyaret edip dua ederdi. Trablus halkı da “Durugut Bâşâ”ya veli muamelesi yapar. Osmanlı izlerini silmek isteyen Kaddâfî, na’şı Türkiye’ye göndermeyi çok istedi. Bizde de bazıları buna alkış verdi; ama çok şükür ki tahakkuk etmedi.

Libya, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp (Tripoli) ve Bingazi eyaletiydi. Trablus batıda, Bingazi doğudadır. Libya, memleketin antik çağdaki ismidir. Ekserisi çöl olan ülkede az nüfus yaşar. Bir de güneyde Fizan vardı ki, umumiyetle siyasî muhaliflerin sürgün yeriydi. İşin aslı, sürgün edilen şahıs bir memuriyete tayin edilip maaşını alır, evinde yatardı.


Ayyıldızlı Libya bayrağı gölgesinde Libyalı mücahidler

Garb Ocakları

Osmanlılar, Zenci Afrika’yı da buradan idare ederdi. Garp Ocakları denen Cezayir, Tunus ve Libya merkeze uzak olduğu için imtiyazlı eyalet statüsünde idi. Osmanlı hazinesine katkısı yoktu. Aksine merkezden tahsisat giderdi. Ama Akdeniz hâkimiyeti cihetiyle stratejik ehemmiyeti vardı. Akdeniz’de Osmanlı hâkimiyeti bu sayede uzun müddet devam edebilmiştir.

Garp Ocakları’nda beylerbeylerinin maiyetinde Anadolu’dan getirilmiş askerler ve yeniçeriler vardı. Bunlar zamanla idareye el koydu. 1603’ten itibaren kendi aralarından seçtikleri bir ağayı dayı adıyla başa geçirdi. Trablusgarb, 1711’de Türk asıllı Karamanlı hânedanının elinde irsî bir beylik hâline geldi. Gerektiğinde donanmasıyla Osmanlı Devleti’ne yardım ederdi.

Zamanla malî cihetten zayıfladı. İç mücadeleler de eklenince, ecnebiler Libya’nın iç işlerine müdahaleye kalkıştı. Fransa 1830’da Cezâyir’i işgâl etti. İstanbul, az sonra akıbetinden endişelendiği Libya ve Tunus’a bir donanma göndererek imtiyazlarını kaldırdı. Doğrudan merkeze bağladı. Bu hâdise, sıranın kendisine geleceğini anlayan Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşa’nın isyanına yol açtı.


Ömer Muhtar, esir olmuş

Son vatan toprağı

1860’da kurulan İtalya; İngiltere, Fransa gibi sömürgeci devletlere bakıp gözünü burnunun dibindeki Libya’ya dikti. Sultan Hamid, Mısır ile Tunus işgal altında olup buradan sevkiyat mümkün olmadığı için Libya’yı muktedir kumandanlar elinde tuttu. Silah ve askerce takviye etti. Kuloğullarını ve Sünûsîleri de silahlandırdı. İttihatçılar, başa geçince, Harbiye Nâzırı Mahmud Şevket Paşa, Libya’da da 4 bin asker bırakmıştı. Trablus kumandanı Müşir İbrahim Paşa bunun, eyaleti İtalyanlara terk etmek manasına geleceğini söylediyse de, kulak asan olmadı.

İtalya, Jön Türklere verdiği destek ve borç mukabilinde, Libya’yı istiyordu. Tıpkı Bosna’nın Avusturya’ya, Bulgaristan’ın Bulgarlara verildiği gibi, muayyen bir meblağ mukabilinde Libya’nın devri için Kont Volpi vasıtasıyla Düyûn-i Umumiye mümessili Hüseyin Cahit Bey üzerinden hükümete teklifte bulunmuştu. İtalya’nın emelini herkes biliyordu.

23 Eylül 1911’de Libya’yı boşaltması hususunda ültimatom verdi. Bu esnada, Sadrazam Hakkı Paşa İtalyan komiseri Robilan ile evinde briç oynuyordu. Daha evvel Roma sefirliği yaptığı için, İtalyanlarla senli-benli idi. İstanbul’a gelişinde İtalyanların hiçbir kötü emel taşımadığına teminat vermişti. Libya mebusları hâdiseyi meclise taşıdılar; sadrazamın Divan-ı Âli’ye sevkini istediler. Ancak İttihatçılar meclisi feshettirerek, hem Hakkı Paşa’yı, hem de kendilerini kurtardılar. Hakkı Paşa Londra sefirliğine tayin edildi.


Enver ve Mustafa Kemal Beyler Libya'da

Bir fırsat

Babıali’nin fikrine müracaat için topladığı âkil adamlardan Gazi Muhtar Paşa, “Trablusgarb’da mukavemet bir cinayettir” dedi. Bunun üzerine, Babıali, Mısır gibi Libya’nın İngiltere kontrolüne verilmesini Londra’ya teklif etti ise de, “Artık çok geç!” cevabını aldı. Genç İttihatçı subaylar, bunu askerî kariyer için fırsat bilip Libya’ya giderek mukavemete iştirak ettiler. Nitekim Binbaşı Enver günlüğüne şöyle yazar (25 Eylül 1911): “Trablus, artık kaybolmuş sayılır. Buna rağmen bizden bekleneni yerine getirmek için gidiyorum.” (Aydemir, II/226)

Halil (Kut), Mustafa Kemal, Fethi ve Rauf Beyler de bu maceraya atılmışlardı. Lord Kinross, Yüzbaşı Kemal Bey’in ümitli olmadığını; Libya’nın işgalini imparatorluğun tasfiyesi yolunda normal bir hadise olarak gördüğünü; ancak Enver’den geri kalmamak ve muharebedeki muvaffakiyetlerin parti içindeki mevkiini sağlamlaştırabileceğini düşündüğü için Libya’ya gittiğini söyler (I/86).

Hepsi gazeteci gibi saklı hüviyetlerle Mısır veya Tunus üzerinden Libya’ya gittiler. Hükümetin tahsisatına ilaveten, Mısır’da zenginlerden para topladılar. Libya’da Trablus ve Bingazi olmak üzere 2 cephe vardı. Trablus’ta sadece mahalli birlikler mücadele ediyordu. Genç İttihatçılar Bingazi’ye kondular. Yerli halktan milislerle Derne ve Tobruk’ta çok cana mal olan neticesiz harekatlara giriştiler. Buna rağmen birer rütbe aldılar. Enver Bey’in yakın maiyetinde çalışan Kemal Bey’in, -Lord Kinross ve Rıza Nur'a göre- müzmin rahatsızlığı sol gözüne vurup iritis oldu ve bu gözünü neredeyse kaybetti. Yakın arkadaşı Fuad (Bulca) ise, gözüne sönmüş kireç sıçradığını söyler.

1912 sonbaharında Balkan Harbi patlayınca Bâbıâli, Libya’yı müdafaa edemeyeceğini anladı. 15 Ekim 1912 Uşi Muahedesi ile Libya ve ilaveten Rodos ile 12 Ada, Halife’nin nüfuzu bâki kalmak ve vergi vermek kaydıyla İtalyanlara bırakıldı. İttihatçı genç zâbitler sonbaharda memlekete döndüler. İttihatçı gazeteler, -Şevket Süreyya’nın tabiriyle- Derne’de İtalyan gemilerinin menzilinden uzakta, bir şark serdarının otağına benzeyen çadırında oturan Yarbay Enver Bey’i Bingazi Kahramanı ilan etti. Maksat hâsıl olmuştu.


Şehzâde Osman Fuad Efendi Libya'da

Libya’nın felâketi

Yerli halk dağlara çıkıp mücadeleye devam etti. Başlarında Sünusî şeyhi Seyyid Ahmed vardı. Şeyh Ahmed, el-Hükûmetü's-Senûsiyyeti'l-Celîle adıyla imzaladığı beyannâmeler neşretti. Böylece Libya’da müstakil bir hükûmet kurmuş oldu. İtalya, Cihan Harbi’nde müttefiklerin yanında harbe girince, Şehzâde Osman Fuad Efendi Libya’ya gönderildi. Halkın, bu halife torununa hürmet ve itibar gösterip, etrafında toplanması umuluyordu.

İttihatçılar, Ahmed Sünûsî’yi Mısır’a hücuma zorladılar. Halbuki Mısır, Libya’nın yegâne dışarı açılan kapısıydı. İngilizler de İtalyan işgaline karşıydı. Şeyh Ahmed dinlemeyince, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Bey, Libyalı birliklerle Mısır’a saldırdı ise de hezimete uğradı. Bu, Libya’nın felâketi oldu. Bu taarruz İtalyanlara yapılsaydı, Libya kurtulabilirdi. Fakat maksat Libya’yı kurtarmak değil, Almanya’ya yardım etmekti. Bu sayede İngilizler Mısır’da çakılı kaldı.

23 yaşındaki Şehzâde, Afrika Orduları Grup Kumandanı sıfatıyla 1919’a kadar mücadeleyi sürdürdü. Libya’ya gitmeden İstanbul’da Pera Palas’ta görüştüğü Mustafa Kemal Paşa, Trablusgarb’a gidince istiklâlini ilân edip, Harbiye Nezâreti’nin verdiği emirleri dinlememe tavsiyesinde bulunmuştu.

Ancak kendilerine erzak ve cephane temin eden Alman denizatlıları mütâreke sebebiyle denize çıkamayınca Şehzâde çok müşkül vaziyette kaldı. 300-500 arası Osmanlı zâbit ve neferi ile 15.000-30.000 arasında Libyalı gönüllüden müteşekkil bir ordu, 60.000 kişilik teçhizatlı İtalyan ordusuna dayanamadı.Şehzâde, İtalyanlara esir düştü; bir seneye yakın ellerinde kaldı. Şeyh Ahmed, İstanbul’a kaçtı. Türkiye, 1923 Lozan Muahedesi ile Libya üzerindeki haklarından vazgeçti.



Melik İdris es-Sünûsî

Tahtı boş bırakmaya gelmez

İtalyanlar binlerce sivili öldürdükleri halde Libya’nın bütününde senelerce hâkimiyet kuramadılar; sahilden öte geçemediler. Ömer Muhtar gibi kahramanların mücadelesi onları engelledi. Mussolini başa geçince orijinal bir usul buldu: Vahalara baskın yapılıp, kabile reisleri kaçırılıyor; tayyarelere bindiriliyor ve kabilesinin bulunduğu mıntıkaya atılıyordu. Bu usul, halkı yıldırmaya yetti.

İtalya, Libya’yı umumiyetle sert, bazen merhametli askerî valilerle idare etti. Mahallî âdetlere, İslâm hukukunun tatbikine ve şer’î mahkemelere dokunmadı. Hazırladığı kanunların, beldenin mezhebi olan Mâlikî fıkhına uygun olmasına dikkat ederdi. İtalyanlar, II. Cihan Harbi’nde mağlup olunca, 1943’te Libya’dan çıkarıldı. Trablus ve Bingazi’de İngiliz; Fizan’da Fransız hâkimiyeti kuruldu.

1951 senesinde Libya istiklâlini kazandı. Şeyh Ahmed Sünûsî’nin yeğeni İdris (1889-1983) melik oldu. Türkiye ile iyi münasebetler kuruldu. Halk Türkleri severdi. Libya’da Türkiye’ye katılmayı müdafaa eden parti bile vardı. Sünûsî tarikatine mensup Derneli bir kuloğlu ailesinden olan ve İstanbul’da mülkiyeyi bitiren kaymakam Sadullah Bey, 1949’dan 1952 senesine kadar o zaman tam müstakil olmayan Emir İdris’in isteğiyle Libya başbakanlığı yaptı. Gazeteci Orhan Koloğlu’nun babasıdır.


Albay Kaddafi ve General Hafter

Çılgın Diktatör

Melik İdris, Libya’nın Irak ve Suudi Arabistan gibi olmasını istemediği için, petrol havzasını parsellere ayırıp işletilmesini 7 Kızkardeş denen Rockefeller grubuna değil, küçük ABD şirketlerine verdi. Bunlar, istihsali kısıp fiyatı düşürebiliyordu. Küçük şirketler bunu yapmak istese bile lisansını iptal kolaydı.

Libya petrolü kalitesi ve mesafe sebebiyle taşıma maliyeti düşüktü. Körfezdeki 1,80 $ iken, Libya petrolü 1,30 $ idi. Ya diğerleri de böyle yaparsa ne olurdu? Petrol karteli bundan rahatsız oldu. Melik İdris 1969 senesinde Bursa kaplıcalarında iken, 27 yaşındaki genç bir subay Muammer Kaddafi darbe yaparak iktidarı eline aldı. Memlekette sosyalist bir diktatörlük kurdu. Melik İdris, Kâhire’de sürgün hayatı yaşadı.

Yakın tarihin en eksantrik şahıslarından olan darbeci albay, Hâricî mezhebinde bir kabiledendi. Kaddafi, kan fışkırtan demektir. Ailesi hakkında da çeşitli iddialar vardı. Annesinin Yahudi olduğu; Albert Berizusi (1915-1943) adlı Fransız pilottan hâmile iken Kaddafi’nin babasına kaçtığı söylenirdi. İktidara gelir gelmez petrol istihsalini kısıp fiyatı 40 sent arttırarak kartele rahat nefes aldırdı. Küçük şirketler birer birer düştü.

Sosyalist siyasi ve ekonomik felsefesini ortaya koyduğu Yeşil Kitap, bazı İslamcılar ilham kaynağı oldu. Dış gezilerinde bile lüks bedevi çadırında oturup poz veren ve zenginliğine güvenip sağa sola kafa tutan Kaddafi, Çad, Nijer ve Mali’yi işgale kalkıştı. İrlandalı ve Filistinli militanlara destek verdi.

Soğuk Savaş’tan sonra giderek güç kaybetti. Çeşitli tavizlerle Batı’ya yaklaşmaya çalıştı. Tunus ve Mısır’daki siyasi değişikliklere el atıp da planı bozar endişesiyle, ABD ve AB anlaşarak kendisini devirmeye karar verdi. Rusya ve Çin’i de razı etti. Nihayet Kaddafi, 2011’de kanlı bir halk isyanı neticesinde iktidarını ve hayatını kaybetti. Memleket, Trablus ve Tobruk merkezli olmak üzere ikiye ayrıldı. Dünya Trablus hükümetini tanıdı. 2014’te BM kontrolünde seçim yapıldı ve birlik hükümeti kuruldu.

Kaddafi’nin sağ kolu olup Sovyetlerde tahsil gören General Hafter, Çad’da yenilip askerleri esir edilince gözden düşmüş; Amerika’ya sürgüne gönderilmişti. Burada CIA ile temas kurup, Kaddafi’nin altını oymaya çalıştı. 2011’de Libya’ya döndü. 2014 seçimlerinden sonra isyan etti. Kaddafi ve CIA mazisi sebebiyle halktan pek rağbet görmese de, Tobruk, Bingazi ve Derne’yi kanlı bir şekilde ele geçirdi.  Sahildeki petrol havzasını kontrol alına alıp Sirte, Mısrata ve Trablus’u tehdit etmeye başladı.

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Rusya’nın desteklediği Hafter’in artık Amerika’nın değil Fransa’nın adamı olduğunu söyleyenler var. Nitekim 2016’da düşen Hafter’e ait bir helikopterde 3 Fransız askeri ölmüştü. Mareşal unvanı alan 76 yaşındaki Hafter, kendisini memleketin tek kurtarıcısı olarak görüyor.