BİR GAFLETLER MANZUMESİ: BALKAN HARBİ FÂCİASI

5 asırlık vatan topraklarının elden çıkmasına sebep olan Balkan Harbi, tarihte emsaline az rastlanan bir gaflet ve hıyanet silsilesinin neticesidir.
11 Şubat 2019 Pazartesi
11.02.2019

1897 Osmanlı-Yunan Harbi’nin ardından, Balkan hükümetleri, Rumeli topraklarını Osmanlılardan alabilmek için beraberce hareket etmenin lazım geldiğini anladılar. 1898’de Belgrad'da yapılan bir toplantıda Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan arasında bir mutabakata varıldı. Sultan Hamid bu sebeple Balkan ittifakına yol vermeyecek bir politika takip ederdi.

1908 darbesi, hem Bulgaristan’ın istiklâline, hem de Avusturya’nın Bosna’yı ilhakına yol açtı. Bosna’nın ilhakı, İtalya’nın Libya ve Oniki Ada’ya taarruzuna cesaret verdi. Sultan Hamid’i tekrar tahta çıkarmasından korktukları Arnavutların silahlarını toplayıp Sırplara karşı müdafaasız bırakmaları, Arnavut isyanını doğurdu.

Bir yandan Libya harbi, bir yandan Arnavut isyanı ile meşgul iken, Balkan devletçikleri, Rumeli’de kalan son Osmanlı topraklarını paylaşmak üzere Rusya ve İtalya’nın kışkırtmasıyla harekete geçti. Libya’yı işgal eden İtalya, Bâbıâli’yi böylece sulha razı edebilmek emelindeydi.

Sultan Hamid, Balkan devletlerini dengede tutar; onların birbirine husumetini körüklerdi. Halbuki Balkan Hristiyanları arasındaki kilise ihtilafını çözmek üzere İttihatçıların çıkarttığı Kiliseler Kanunu adlı ahmaklık şaheseri, bu ittifakı kolaylaştırdı. Buna göre, Rumeli'deki kilise, manastır, mektep, mukaddes yerler; orada hangi Ortodoks halkın nüfusu fazla ise ona ait sayılacaktı.

Sultan Hamid, bilhassa Ruslara karşı bir tampon olarak gördüğü Bulgaristan’ı dizinin dibinde tutmaya ayrı bir ihtimam gösterir; prensini sık sık onore ederdi. İttihatçılar, bu politikayı sürdürmemiştir.


Dört Balkanlı müttefik

İmanı kadar eminmiş

İtalyanlar Libya’ya asker çıkardığı esnada, sadrazam Hakkı Paşa, İstanbul'daki İtalyan generali Robilan ile klüpte poker oynuyordu. Daha evvel İtalyanlar Libya’yı işgal için planladıkları askerî manevraya Türkiye'nin gafil Roma ateşesi Ali Fuad Paşa’yı da çağırmışlar; istila ordusu kumandanı ile çıkarttığı resim gazetelerde neşredilmişti. İşte Libya’nın kaybı, nasıl Hakkı Paşa hükümetinin affedilmez gafletinin eseri ise; Balkan fâciasında da Said ve Muhtar Paşa hükümetlerinin gafleti rol oynamıştır.

Entrikadan başka şeye aklı kesmeyen Said Paşa, Fransa’nın ve Atina sefiri Galib Kemali Bey’in ikazlarına kulak asmayarak Balkan ittifakına inanmamış; Yunanistan’ı Bulgar ve Sırplardan ayırmak üzere Girit meselesinin halline yanaşmamıştı. Hâriciye Nâzırı Âsım Bey, 15 Temmuz’da mecliste “Balkanlardan imanım kadar eminim” diyerek eşsiz bir ahmaklık numunesi göstermiştir.

Halbuki Osmanlı donanmasının Yunan donanmasından üstün olduğu 1867’de bile nüfusunun üçte biri Müslüman olan Girit’e muhtariyet tanınmıştı. Slav nüfuzundan korkan Venizelos’un, Babıali’ye vergi vermek suretiyle İstanbul’a bağlı bir Girit teklifine cevap bile verilmemiş; böylece bir fırsat daha elden kaçırılarak, Yunanistan, diğer komşularıyla ittifaka itilmiştir. Halbuki Slav istilasına mukabil Yunanistan, İstanbul ile ittifak yanlısı idi. bu fırsat kaçırılmıştır. Öte yandan Rum ahali ve Patrikhane, muhtariyetlerinin kısılması üzerine, hükümetten soğutulmuştur.

Tacın pırlantası

Anadolu halkı gibi halim ve her emre itaatkâr bir tabiatte bulunmayan Arnavutları istedikleri cihete sevkedebilmek için ellerinden silahları topladılar. Eyaletin asırlardır devam eden muhtariyetinin kaldırılması halkı çileden çıkardı. Komitacılar buna, asker sekederek cevap verdi. Halk tedip edildi; erkekler kadınlarının gözü önünde dövüldü; kadınların ziynetleri ellerinden alındı.

Halbuki Yunanların gözünü korkutan 1 milyon dövüşken Arnavut, Sırpların da can düşmanı ve böylece mıntıkada denge unsuru idi. Libya harbi esnasında ve Balkan ittifakı arefesinde Arnavutluk meselesinin çözülmesi icap ederdi; yapılmadı. Tacın pırlantası olan Arnavutluk böylece kopartıldı.

Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi’nin hatıralarında da anlattığı gibi, bir taraftan Avusturya, öte taraftan Bulgaristan arasında sıkışan Sırbistan, Babıali’ye ittifak teklifinde bulundu. Sadrazam Hakkı Paşa buna cevap bile vermedi. Böylece Sırbistan mecburen Bulgaristan ile ittifaka itildi.

Sultanahmed Meydanı'nda harb mitingi

Harb isteriz!

Sırpların Avrupa’dan alıp da Bosna’dan geçiremediği topları, Selânik’ten geçirmesine müsaade ederek Sırbistan’ın silahlanmasına yardımcı olunmuştu. Üstelik Muhtar Paşa hükümeti, Hâriciye Nâzırı Noradunkyan Efendi’ye, Balkan ittifakının mimarı Rusya’nın, ‘harb olmayacak’ yolundaki sahte teminatına inanıp, Rumeli’deki talimli 120 tabur askeri terhis ediverdi.

O günlerde hükümet mekanizmasına tam manasıyla hâkim olamamaktan yakınan İttihatçılar, vatan, millet, din değil; iktidar derdinde oldukları için, hükümeti müşkül vaziyete düşürmek üzere el altından propagandalar yapıyor; hatta Dârülfünun talebesini sokağa döküp (Midhat Paşa’nın 1878’de yaptığı gibi) “Harb isteriz” diye nümayiş yaptırdı; Sultanahmed meyanında miting tertipledi.

Bu arada ufukta gözüken harbe mâni olmak üzere Avrupa devletleri araya girip, Rumeli’de kendilerinin de dâhil olacağı bazı asayiş tedbirleri alınmasını teklif ettiler; ama mütereddid hükümet lüzumsuz müzakerelerle vakit kaybedip, 13 Mart 1912’de Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan arasındaki Balkan ittifakına iyice imkân hazırladı. O tarihte zaten fiilen kaybedilmiş Girit hususunda taviz verilseydi, Yunanistan harbe girmez; facia önlenebilirdi.

O sırada Selânik’te sürgünde bulunan Sultan Hamid, Balkan ittifakına ve bunun haber alınamamasına hayret etmiş; harbi, kiliseler meselesinin halline bağlayarak, “Oradaki elçi ve ateşeler ne iş yapıyor?” diye sormaktan kendisini alamamıştır.

Kosova’nın rövanşı

8 Ekim’de Karadağ, Osmanlı Devleti’ne harb ilan etti. Ardından diğerleri, Bâbıâli’ye ültimatom vererek, Rumeli’nin unsurlara (milletlere) göre muhtar mıntıkalara ayrılmasını istediler. Bâbıâli cevap vermediği gibi; elçilerini sınır dışı etti. Bunlar da hemen harb ilan ettiler. Neticesi ne olursa olsun, toprak değişikliği olmayacağı, büyük devletlerce deklare edildi. Zira onlar, harbi muhakkak Osmanlıların kazanacağını tahmin ediyor; statükonun değişmesini arzu etmiyorlardı.

Balkan Harbi, Şark (Trakya) ve Garp (Makedonya ve Arnavutluk) olmak üzere iki cephede cereyan etti. Jön Türkler, Sultan Hamid taraftarı diye tecrübeli subayları ordudan atmış; yerine genç komitacıları yerleştirmişti. Subaylar arasında particilik had safhadaydı. İttihatçı Efe Kâzım’ın, silahını çekip; İttihatçı aleyhtarı kolordu kumandanı Kara Said Paşa’yı öldürmeye kalktığını Rahmi Apak hatıralarında yazıyor.

Ordunun iaşe ve teçhizatı eksikti. Ordu kumandanı Abdullah Paşa’nın yola çıkarken, düşmanla başa çıkılamayacağını söylediğini Mâbeyn Başkâtibi Fuad Bey anlatıyor.


Balkan Harbi'nde muhariblerin üniforması

Tek kurşun

Beklenen oldu. Türk ordusu iki cephede de çözüldü. Bulgarlar, Kırklareli’ni aldı. Sırplar da, asırlar önce iki defa yenildikleri Kosova sahrasında Türk ordusunu bozdular.  Yenipazar, Üsküp, Manastır, Debre, Tiran düştü. Ordu merkezi bulunan Selânik’in İttihatçı valisi Tahsin Paşa, tek kurşun atmadan koca şehri ve koca kolorduyu -rüşvet aldığı söylenen- Yunanlılara teslim etti. Bütün Ege adaları işgal edildi.

Rumeli askeri, işgal mıntıkasında kalan ailelerinin endişesiyle firar etti. Kasım 1912’de Türkler her cephede mağluptu. Sadece Edirne, Yanya ve İşkodra direniyordu. Selânik’te sürgündeki Sultan Hamid, apar topar İstanbul’a getirilirken; Sultan Reşad’ın Bursa’ya kaçırılması bile düşünüldü.

İngilizler araya girdi. Aralık 1912’de Londra’da konferans toplandı. Ama Bâbıâli, Hristiyan vâli idaresinde muhtar Makedonya ve bir şehzâde idaresinde muhtar Arnavutluk tekliflerine yanaşmadı. Konferans dağıldı.


Kumanova Cephesi

İğrenç hıyanet

En vahimi, İttihatçılar, harbin kaybedilmesi için sıkı bir propaganda yürütmüş; çok sayıda bozguncu ortaya çıkarılmıştır. Bu iğrenç hıyanet, Cemal Paşa’nın itirafıyla sabittir; Muhtar Paşa’nın hatıralarında da geçer. Askerlere dağıttıkları broşürlerde, Edirne’yi Bulgarlara vererek, kan dökülmesine engel olunması yolunda propaganda yapıldığını, bizzat İttihatçı Ziya Şakir anlatıyor.

Daha evvel askerlik yapmamış olan Talat Bey, gönüllü yazılmış; cephede “Askerler; bunak [sadrazam] Kâmil Paşa için kanınızı dökmeyin. Gavur burada değil; İstanbul’dadır. Sizi gavurlara sattı” diyerek propaganda yaptığı tesbit edilmiş; Şükrü Paşa, “Nefer elbiseli müfsid” dediği Talat’ı, Edirne’den gitmezse, idamla tehdid edince, İstanbul’a dönmüştü. Bunu, Şükrü Paşa,  tarihçi İsmail Hami Danişmend’e anlatmıştır. Talat, Şükrü Paşa’dan bunun intikamını alacaktır.

Hükümet lüzumu kadar cephane hazırlamamış; bunu da düşünmeden harbe girmişti. Harb esnasında cephane bitince, bin bir zorlukla Almanya’dan Romanya yoluyla cephane getirtiliyordu. Buna mukabil Sirkeci’de cephane ve mühimmat dolu trenler günlerce kasten bekletilir; cepheye sevkedilmezdi.

Nihayet beklenen an geldi: 23 Ocak 1913’te Bâbıâli’yi basıp, İngiliz taraftarı gördükleri sadrazam Kâmil Paşa’yı istifaya zorladılar. Fiilen iktidardaki İttihatçılar, artık resmen de imparatorluğu ele geçirmiş oldular. Enver Bey, Padişah’ı tehdid ederek Alman taraftarı Mahmud Şevket Paşa’yı sadrazam yaptı.

Harbin birinci perdesi indi. İkinci perde, başka bir yazıya inşallah.